SON DAKİKA
Hava Durumu

Annem Dedi ki!

Yazının Giriş Tarihi: 23.10.2021 16:06
Yazının Güncellenme Tarihi: 19.02.2025 16:06

Son günlerde bana misafir olan bir hastalıktan dolayı yolum sık sık hastanelere düşer oldu. Sağlık sistemi ve sağlık çalışanlarının birçok yüzünü daha yakından gördüm. Sadece Aksaray değil, Ankara Şehir Hastanelerinin de işleyişi hakkında bir hayli bilgi sahibi olup tecrübe kazandım. Yazıya tam bir giriş yapmadan söylemek istiyorum ki kendimde eski bir sağlık çalışanıyım ve sağlık camiasında müdüründen, memuruna, doktorundan, hemşiresine, mühür kaşe görevlisine kadar birçok tanıdığım, can dostum var! Pandemi döneminde ki özverili çalışmalarından ötürü de hepsini tebrik ediyor, Allah ayağınıza taş değdirmesin demek istiyorum!

İçinden geçtiğim süreçte, Aksaray’ da başlayan ve benim için Aksaray’da devam etmesini arzuladığım serüven, ne yazık ki istemim dışı Ankara Şehir Hastanelerine bir acil iniş yapmamı gerektirdi. Aksaray Üniversite Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bulunan, bilgisi ve yönlendirmesi ile belki de bir hayat kurtaran değerli doktorum Doçent Dr. Kazım Gemici, Ankara’dan yardıma ihtiyacım olduğunda elinden geleni esirgemeyen eski mesai arkadaşlarım ve Memduh Demirtaş abim, Ankara Şehir Hastaneleri Onkoloji Servisinde başta doktorum Şevket Barış Morkavuk ve tüm poliklinik çalışanlarına, önceki dönem Milletvekilimiz ve şu an Ankara Şehir Hastanelerinde Profesör kadrosunda görev yapan Mustafa Serdengeçti vekilime, hepsine çok teşekkür ediyorum.

Teşekkürler hep yazının sonunda gelir aslında, alışıla gelmişi budur lakin benim yazıya girişte teşekkür etmemin sebebi bir takım sorunları dile getirdiğimde birilerinin çıkıp iyi şeyler olmuyor mu, neden yazıyorsun diyerek beni hain ilan edeceğini bildiğimden!

Yine hemen başında üstüne basa basa maliyetli hizmetler olan devasa şehir hastaneleri için devletime de teşekkür etmek istiyorum.

Şimdi gelelim sadede, bu kez esas sözü ben değil annem söyledi. Şehrimizde tıp fakültesi ile Eğitim ve Araştırma hastanesi olmasına rağmen neden Ankara’ya yönlendirildiğimi aile ve arkadaşlarımla defalarca konuştuk.

Annemle yaptığımız konuşma esnasında hastanemize çok iyi doktor ve uzmanların geldiğinden lakin istemelerine rağmen çok uzun süre kalamadıklarından bahsettim. Hastaneye gelen doktorların istedikleri, tedaviler için gerekli alet edevatın alınmayışı, doktorların bir malzeme istediğinde sanki kendilerine özel bir şey istemişlerde, alıp evlerine götüreceklermiş gibi muamele gördükleri, iyi yönetimlerin ve iyi doktorların nasıl bin bir türlü ayak oyunu ile koşarcasına ilimizden kaçtıklarını anlattım. Bir onkoloji uzmanını bile elimizde tutamayışımızı, biyopsi yapan doktorun nasıl haksız yere şikâyet edildiğini, yapılan onca yatırımın neden sonuna kadar kullanılamadığını anlattım.

Ve Annem Dedi ki…

‘’Bak kızım, devlet istediği kadar devasa binalar yapsın, ilk etapta gerekli olan malzemeyi içine koysun, orada o doktorları tutmak tamamen İl Sağlık Müdürlüğü ile üniversitenin, hatta siyasilerin ve hatta Aksaray’ lı vatandaşın koordinasyonu ile olacak bir şey… Bak Kayseri’ye nasıl sahip çıktı doktorlarına, artık sağlık deyince nereye gitsen Kayseri konuşuluyor, senelerdir aynı uzman doktorlar, aynı kadrolar kendilerini daha da ileri taşıyarak aynı ilde görev yapıyorlar. Genç meslektaşlarına bilgilerini, tecrübelerini aktarıyorlar.

Şehrinizde hastane konusunda söz sahibi olan herkes o benim adamım, şu benim hemşerimi bırakacak ve gelen değerlerinize sahip çıkacak, uzmanların ihtiyaçlarına önem verecek, vatandaş iline gelen doktora karşı nazik ve anlayışlı olacak, sağlık çalışanının gitmemesi, oyuna getirilmemesi için gerekirse baskı kuracak. Sorunları ilin yöneticilerine taşıyacak. İlin yöneticileri tarafsız bir şekilde arada iletişimi sağlayacak. Kimse kimsenin yakını diye poppohlanmayacak! Kimse X partiden diye ayağı kaydırılmayacak. Kimse burası benim, ne istersem onu yaparım demeyecek. Devletin yaptığını yıkmak değil, ilerletmek, çoğaltmak için çalışacak.

Kısacası el birliği ile hem yapılan yatırıma, hem gelen doktora, uzmana, sağlık personeline, hem de ilinize birlikte sahip çıkacaksınız. Yoksa koca hastaneniz olmasına rağmen daha çok Aksaray Ankara arası mekik dokursunuz’’

Tabi bu konuşma sonunda ben bir kere daha annelerin her şeyin en iyisini bildiğini test ettim onayladım. Anne sözü dinlemek lazım diye düşündüm ve belki birileri de benim annemin söylediklerini dikkate alır diye düşünerek bugün ki köşeme taşıdım. Gerçi bir musibet bin nasihatten yeğdir, umarım Aksaray’a gelen doktorların Aksaray’da kalması için tez zamanda gerekenler yapılır. Musibetler artmadan, o doktorları kaçıranlar o doktorlara muhtaç olmadan hastanede, hastada bu işten faydalanır.

Derya ÖZABA

Komşu Köyün Delisi

SESİMİ DUYAN VAR MI?

Tüm Türkiye’nin doğa tarafından korkutucu bir uğultu ile uykusundan uyandırılışı ile başlayan kara gecede, hafızalara kazınan ve unutulması mümkün olmayan seslerin başında gelir ‘‘SESİMİ DUYAN VAR MI?’’

Hepimizin içini dağlayan, her deprem denildiğinde ilk akla gelen, acının sesi var mı denildiğinde ilk hatırlanan ses ‘’ SESİMİ DUYAN VAR MI?’’ Bu sesi 17 Ağustos 1999 da Marmara’da yıkılan200 binin üzerindeki ev ve iş yeri enkazının içinden yükselirken duyduk hepimiz. Kaybettiğimiz 17 binden fazla canımızın hepimizin beyninde, hepimizin kalbinde yarattığı sarsıntı, doğanın Marmara’da yarattığı sarsıntı ile yarışırdı!

Korktuk! Sarsıldık!

Doğanın karşısında kendi düzenimizi kafamıza göre kuramayacağımızı fark ettik. Tabiatla inatlaşmamak gerektiğini, oyunun kuralını bizim değil onun belirlediğini anladık. Günlerce hatta aylarca yanlış yapılaşmayı, doğal afetlere ne kadar hazırlıksız olduğumuzu konuştuk. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu, buna göre tedbirler alınması gerektiğini, hem devletin hem vatandaşın üzerine düşeni yapması gerektiğini, bu işin şakası olmadığını anladığımızı söyledik. Müteahhitleri yargıladık, belediyelere kızdık, taşın toprağın altından sevdiklerimizi aradık, bu günü unutmayacağımıza yeminler ettik.

Ya Sonra?

17 Ağustos 1999 tarihinin, o kara gecenin üzerinden yıllar geçti. Biz her yıl aynı tarihte giden canlarımızı andık. Her 17 Ağustos’ta televizyonlara birkaç deprem profesörü davet ettik. Her 17 Ağustos’ta kendimizi hazır mıyız diye sorduk. Sonra arkamızı döndük unuttuk! Her doğal afette olduğu gibi, olduktan sonra yanıp yıkılıp, bir dahası için gerçek manada hiçbir şey yapmadık!

1509 İstanbul Depremi (7,2)

1939 Erzincan Depremi (7,9)

1976 Çaldıran Depremi (7,5)

1999 Gölcük (Kocaeli) Depremi (7,4)

1999 Düzce Depremi (7,2)

2003 Bingöl Depremi (6,4)

2011 Van Depremi (7,2)

2020 Elazığ Depremi (6,8)

2020 İzmir Seferihisar Depremi (6,6)

Tüm bu yıkıcı deprem felaketlerinden, daha doğrusu doğa olaylarından sonra olduğu gibi. Hiçbir şey yapmadık. Enkaz kaldırma çalışmaları bitip, yaralar bir nebze sarıldıktan sonra hepimiz korkularımızı unutup, tedbirsiz yapılaşmaya ve aldırmaz hayatlarımıza geri döndük.

Şimdi 7.0 ve daha büyük şiddetinde olacak bir depremde neler olacağını hatırlatarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Depremde kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, hepimize can sağlığı diliyorum.

İyi inşa edilmiş ahşap yapılardan bazıları yıkılırken; taş ve kafes yapıların büyük bir çoğunluğu temelleriyle birlikte yıkılır. Demiryolları eğilir. Birkaç yapı (özellikle taş) dışında tüm binalar ve köprüler yıkılır. Demiryolları büyük oranda eğilir ve bükülür. Bütün binalar yerle bir olur. Ufuk çizgisi oynak bir yüzeye dönüşür. Nesneler havada uçar.

Derya ÖZABA

Komşu Köyün Delisi

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.